Emperyalizmin ulus devlet nefreti (II)

Dün kaldığımız yerden devam edelim…

Sömürgeciliğin ilk aşaması, bir yağma ve yok etme dönemiydi… Üstün “beyaz adam” müthiş bir saldırıyla dünya uygarlıklarını talan etti ve ortadan kaldırdı. Bu dönem hem zenginliklerin Avrupa’ya akarak sermaye birikimine dönüştüğü, hem de Batı’nın siyasi anlamda dünya egemenliğini ele geçirmeye başladığı dönemdi…

20. yüzyıl başları ise kapitalizmin emperyalizm aşamasına eriştiği dönemdi.

Doğal olarak paylaşım kavgalarının da yüzyılıydı… İkinci sömürgecilik dönemi öncelikle emperyalistlerin kendi aralarında hesaplaşmasını da beraberinde getirdi. Bu aynı zamanda Batılı ulus devletlerin gerici karaktere büründüğü, faşizm ve Nazizm gibi en ırkçı yönetim şekillerinin milliyetçilik adı altında alkışlandığı dönem olarak tarihe geçti…

Ama aynı süreçte, Batı emperyalizmine karşı milli kurtuluş savaşları da başlamıştı. İlk örnek ise Mustafa Kemal’in önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı’ydı.

Doğu’dan Batı’ya tüm mazlum uluslar bu örnekle birlikte, “emperyalizmin de yenilebileceğini” gördü ve ulusal kurtuluş savaşları art arda patladı.

Aslında Batı’nın kendi dışında tüm uygarlıkları yok ederek bir yere varamayacağını ilk gören Amerika ve onun meşhur başkanı Wilson’dı.

O tarihlerden başlayarak yeni sömürge politikaları devreye sokuldu. Artık ezilen ulusların kültürlerine varıncaya dek yok etme politikasının yerini her etnik kimliğe özgürlük, özerklik, hatta devlet kurma hakkının tanınması politikası aldı!.. Wilson ünlü “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” prensibini ortaya koyduğunda Batı uluslaşma sürecini tamamlamıştı.

Şimdi yapılması gereken, diğer ülkelerin güçlü bir uluslaşma yoluna girmelerini önlemekti!..

İşbirlikçi hainler, ezilen halklar!..

Yeni sömürgeciliğin ABD önderliğinde ve olanca ağırlığıyla gündeme sokulması ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında mümkün olabildi. Emperyalistler artık doğrudan sömürgeleştirme, açıkça askeri güç kullanarak işgal etme modasının geçtiğini görüyordu.

Artık moda halkların özgürlüğünü savunmaktı! İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürgelere ulufe dağıtır gibi siyasi bağımsızlık dağıtıldığı dönemdi. Ama iki şartla:

İşbirlikçi yönetimler ve ekonomik bağımlılık!..

Peki, küreselleşme ne demekti?

ABD’nin siyasi egemenliğinde, devleşen ve tekelleşen çokuluslu sermayenin dünyayı istediği gibi çekip çevirmesi, diğer bir anlatımla sömürmesi demekti… Adı da hazırdı:

Yeni Dünya İmparatorluğu!..

Aslında Christian Science Monitor gazetesinde yayımlanan incelemenin başlığı başımıza nelerin gelmekte olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koyuyordu.

ABD İmparatorluğu’nun sınırları yavaş yavaş ortaya çıkıyor!..

Scott Peterson imzalı yazıda, “Terörle savaş sloganıyla etki alanı genişleyen ABD’nin tıpkı Roma ve Büyük Britanya imparatorlukları gibi dünya çapında yayıldığı” belirtiliyordu..

Peki, ya ekonomik güç? Tabii ki ABD desteğindeki devasa çokuluslu şirketler!..

Özellikle son 30 yılda devleşen bu şirketler aynı zamanda tekelleşti!.. Bakın İgnacio Ramonet, “Geopolitique du chaos-Kaosun Jeopolitiği” kitabında ne diyor:

Uluslararası sermaye, hiçbir kamusal denetimin boyutlarına sığmayan bir güce erişmiştir. General Motors’un cirosu Danimarka’nın, Ford’unki Güney Afrika’nın, Toyota’nın ki Norveç’in gayrisafi yurtiçi hasılasını aşmıştır!..

Dikkatinizi çekerim; söz konusu ülkeler, zavallı Asya ya da Afrika ülkeleri değildi!..

Sermaye inanılmaz bir hızla güçleniyordu… Ve planlandığı gibi ulusal devletleri ortadan kaldırmanın ön hazırlıklarını yapıyordu…

Bunun adı ise düpedüz yeni emperyalizmdi!..

Etnik ve mezhepsel parçalama!..

Yeni emperyalizmin başlıca hedefi ise ulus devletlerdi!..

Wilson’un geçen yüzyılın başında ortaya attığı “her etnik kimliğe devlet” fikri, ince süzgeçlerden geçirilip, çokuluslu şirketlere gerekli teknolojik altyapıyı sağlayacak, yalnızca jandarma kuvvetlerine sahip “çağdaş kent devletleri” düşüncesine ulaştı!..

Ama öncelikle ulus devletlerin ortadan kaldırılması gerekiyordu!.. Bu düşünce yaşama geçirilebildiği taktirde örneğin İstanbul, İzmir gibi gelişmiş şehirler, kuru kalabalıklardan arındırılmış “Kent devletleri” olarak Avrupa Birliği’ne hemen üye olabilirlerdi!..

Ulusal devletlerin ortadan kaldırılmasının bir başka yaşamsal sonucu da demokrasinin rafa kaldırılmasıydı!.

Profesör Alpaslan Işıklı, yıllar önce olacakları gayet net biçimde şöyle özetliyordu:

Ulusal devlet ortadan kaldırılırken yerine konulmak istenen, uluslararası düzeyde demokrasi değil, uluslararası totalitarizmdir, bir başka deyişle Yeni Dünya İmparatorluğudur!

Küreselleşme dogmalarına ve tek yönlü düşünceye dayalı olan bu yeni totalitarizm, başka hiçbir iktisat politikasını kabul etmiyor, vahşice eziyordu…

Bunun adı ise yeni sömürgecilikti!..

Çok açık değil mi?!.. Bir ülkenin ve bir avuç şirketin egemenliğinde köleleşmiş bir dünya!.. Küreselleşmenin dünya çapında acımasız dayatmalarıyla geçen son çeyrek asır, gelecek için neler tasarlandığının en açık kanıtı değil mi?..

İşte bu çılgınlığın karşısındaki en büyük, hatta biricik engel ulus devlet!..

Bugün ilerici olmak, solcu olmak demek, ulusal devleti savunmak demek, yani ulusalcılık demek… Yeni emperyalizmle birlikte soldan sağa her renkte işbirlikçiliğe karşı en ağır, en olumsuz koşullarda savaş veren ulusalcı sol güçlerin ortak paydası ise gayet açık:

Yurtseverlik…

İşte böyle; Yeni Dünya Düzeni’nin vahşi ve yıkıcı etkisini giderek daha fazla hissettiğimiz bir sürecin içinden geçiyoruz… Adeta “Yeni Ortaçağı” yaşıyoruz! Şimdi anladınız mı ulus devleti niçin yıkmak istiyorlar; parçalamak, yutmak, köleleştirmek için tabii!

İşbirlikçileri de halkı aldatma işlevini olanca alçaklıkları ile üstlenmiş durumda!.. Sevgili Attila İlhan çok haklıydı:

Bu ülkenin hain kotası her zaman var olmuştur!..



Alıntı Haberin Kaynağı Korkusuz Gazetesi https://ift.tt/3qGMx4c

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

İletişim